Öncelikle, zenginlik dendiğinde çoğumuzun aklına para zenginliği geliyor. Oysaki kendini en fakir zannedenlerin birçoğu sevgi, dostluk, huzur veya sağlık gibi alanlarda zengin olabilir.
Diyelim ki size bir güç emanet edildi; sizin bir konuda gücünüz, bir konuda zenginliğiniz var. Siz bu zenginliği istediğiniz gibi kullanamıyorsunuz. Hangi alanda zenginliğiniz varsa, o zenginlik beraberinde sorumluluğu da getiriyor. Emanet aldığınız merci neresi ise, oraya karşı bu sorumluluğu yerine getirmek ve oranın hakkını vermek durumundasınız.
Zenginlik kötü bir şey değil. Zenginliği kişi ‘benim’ zannederek sahiplendi ise bu sadece biraz tehlike arz ediyor. Tabii ki maddi ve manevi zenginleşelim ve her alanda da kendi gücümüzü, bize verilen emanetleri alalım ve kabul edelim.
Mesela, birçok evliyanın ve peygamberin zenginlikle ilgili söylediği birtakım cümleler vardır. Bunların bazıları tam anlaşılmamış olabilir. Şimdi birkaç tane örnek hatırlatmak istiyorum. Hz. Muhammed bir sofraya davet ediliyor; “Ooo burası bir Firavun sofrası olmuş” diyor, aşırıya gidilmiş. Aşırı bir zenginlik zannedilen şeyin bu kadar aşırı saçılması ve savrulması yüzünden o masadan kalkıyor. Hz. İsa, zenginin cennete girebilmesinin bir devenin iğne deliğinden geçebilmesinden daha zor olduğunu söylüyor. Yine birçok evliya hikâyesinde zenginlikle ilgili biraz kulak çekiliyor.
Neden zengin olunca manevi hale girebilmek zorlaşıyor?
Zenginliği çok artmış birçok kişinin manevi hâle, duruma kibirle baktığına şahitlik etmişizdir. Ama bu, her zenginliği olan illa böyle yapacak demek değildir. Çünkü her birinizin zaten zengin olduğu alanları vardır. Para zenginliğinde olanlar, bilgi zenginliğinde olanlar veya makam zenginliğinde olanlar da çoğunlukla aynı durumu yaşamaktadırlar. Yani manevi hâle tepeden, yukarıdan bakma durumunu…
Oysaki, bu dünyada sahip olduğumuzu zannettiğimiz her şey bize emanet edilen şeylerdir. Biliyoruz ki, bu dünyadan giderken kefenin cebine bir şey koyamıyoruz. Yani çoraplarla bile gidilmiyor oraya. Öyleyse, bu dünyadan giderken zengin gitmek doğru değil.
Yani bu dünyada yapacağımız aslında, bu zenginliği bir şekilde paylaştırarak gidebilmek; zenginliklerimizi burada çeşitli alanlara, çeşitli ihtiyaç sahiplerine aktararak gidebilmek.
Bu konuda şahit olduğum bir örnek vermek istiyorum. Çok zengin bir tanıdığım ağır hasta ve akrabaları kendisinin ölümünü beklerken, ben de ona şahitlik ediyorum. O anda gördüğü vizyonla kişi şunu söylüyor: “Hem elimdeki eşyaları, birikimlerimi, paralarımı alıyorsunuz, hem de buna direniyorum diye beni dövüyorsunuz.” O anda ona verilen vizyon bu. Bıraktırabilmek için, sahip olduğunu zannettiği şeyleri onun elinden alabilmek için sistemin o anda ona sunduğu bu görüntü. Yani bırakmayana zorla, döve döve bıraktırıyor sistem.
Öyleyse, bazılarınız şunu söyleyebilir: “Tamam da ben çocuklarıma miras bırakmak için bu kadar çok çalışıyorum, mal mülk biriktiriyorum. “ Oysa çocuğunuz akıllıysa parayı ne yapsın, çocuğunuz akılsızsa parayı ne yapsın; öyle değil mi?
Onun için çocuklarınıza vereceğiniz en güzel miras; kendi hayatınızı doğru ve güzel yaşayarak, kendinizi mutlu ederek, onlara mutlu olabilecekleri bir bilgelik bırakmaktır. Tabii ki imkanlar da sunmak durumundasınız.
Öyleyse zenginliklerimizi ne yapacağız?
Zenginliklerimizi ‘dünyaya, hayata, başkalarına nasıl faydalı olabiliriz?’ diye düşünerek, hayattayken doğru şekilde kullanmalıyız. Bu dünya hayatından giderken üzerimizde neredeyse o kefene girecek kadar sadeleşerek, gidecek bir hâle gelmeliyiz. Zenginin arkasına dönüp, “Bak şuyum da var ve bunu bırakamıyorum.” diyeceklerini bırakması önemlidir.
Zengin ne yapsın? Zengin sadeleşsin. Çünkü, her bir güç her birimize emanet veriliyor ve bu gücün bir sorumluluğu var.
Her zenginliğin bir sorumluluğu ve o sorumluluğu doğru şekilde kullanmamanın da bir vebali var. Şunu yapamazsınız: “Para benim değil mi?“ deyip, istediğiniz gibi kullanamazsınız. “Kulluk benim değil mi? Kendi kul hakkımı istediğim gibi saçarım.” diyemezsiniz. Bize emanet edilenlere saygı duymak ve onları hayat içerisinde gerçekten hak edenlerle paylaşmak durumundayız.
Bu nasıl ki parasal zenginlikte böyleyse, bilgi zenginliğinde ve hâl zenginliğinde de böyledir. Bilginizi her önünüze gelene saçamazsınız. Hak edene hak edeceği kadar vermek ya da talep olduğunda paylaşmak durumundasınız.
Mesela, başka zenginlik kaynaklarını düşünün. Diyelim ki size bir mevki, bir rütbe verildi. O rütbeyi doğru yerde, doğru şekilde kullanmak durumundasınız. Liyakat esasına göre görevinizi yapmak durumundasınız. Ola ki herhangi bir kişiyi kayırdınız, “Bu benim yakınım” dediniz. Bilin ki, bunlar size olumsuz şekilde dönecek ve sunulacak durumlardır.
Zenginliklerimizi; hayat zenginliğimizi, tat zenginliklerimizi güzel ve lezzetli bir şekilde kullanalım.
Sevgilerimle.