Gelin birlikte yeniye yeniden bakalım; kendimizi, hayatı, maneviyatı, maddiyatı, yaşayışı, belki “hayat nedir?”i öğrenebilmek için yeni bir bakış, yeni bir anlayışla.
Her birimiz öncelikle kendimize bir sürü sorular sormuşuzdur:
Neden bu hayatın içerisindeyiz?
Neden dünyadayız, neden buradayız?
Niçin böyle bir dünya var? Neden bu anneden, neden bu babadan doğduk?
Eğer bir yaratıcı varsa, o yaratıcıyı kim yarattı?
Eğer onun burada öğretmenleri, elçileri varsa onların görevleri neydi?
Ya da böyle bir misyon var mı?
Her şey maddeden mi ibaret?
Sadece gördüklerim mi var?
Gördüklerimin ötesi var mı? İçin içi, onun derini var mı?
Ve ben eğer bunları öğrenmek istiyorsan ben kimim?
Ben neyim, nereden geldim ve nereye gideceğim?
Burada olmanın amacı ne?
Ben neyim, kimim? Enstrümanlarım neler?
Bu hayat nasıl bir yer?
Bu hayatı bana kim anlatacak?
Bu hayatın ne olduğunu nasıl öğrenebilirim?
Ve buna benzer daha nice soru…
Kendinin ne olduğunu, hayatın ne olduğunu anlayabilmek için, emin ol ki her sorunun cevabı var.
Hayatın sembol dilini, harfler dilini, okuma dilini anlatan bir kitap yazdık. İsmi “Kaderin Kodu.”
Bunu anlayıp anlatabildikçe, fark ettikçe, hayat içerisinde nasıl bir yaşam tarzı istiyorsan bunu kendin oluşturabilirsin.
Ve istediğin tohumlarla kader tarlanda istediğin geleceği, hayatı oluşturabilmen için “Güzellik Tohumu”nu yazdık.
Ve çeşitli atölye çalışmalarımızda, seminerlerimizde hayatı başka başka perspektiflerden anlattık. Aynı gibi görünen konuları her seferinde bambaşka açılardan göstermeye çalıştık.
Sen dönüştükçe görülerin, görüşlerin farklı olacak.
Bildiğini zannettiğin konulara çok küçük farklı açılardan baktığında, fark edeceksin ki o bilgi bambaşka olmuş, sen dönüştükçe dünya yepyeni bir yer olmuş.
Yaşadığın bazı olaylar belki seni zorladı, belki halden hale geçirdi; bazıları isyana ve şikayete götürdü, bazıları şükre götürdü.
Oysaki hayat dediğin bu şeyin önce ne olduğunu anlaman gerçekten çok önemli.
Çünkü hayata bakış açın, “hayat nedir?” sorusuna verdiğin cevabın belki de şu ana kadar hayatını teşkil etti.
Bazı inandıkların, inançların vardı. Onlar sana özgüydü ve o inandıklarını yaşadın. Ve o inandıklarını var ettin, onun suretinde yeryüzünde olmanın hikmetiyle…
Ve nasıl ki bu dünyada inandıklarınla, inandığın gibi bir hayat yaşıyorsan, şunu da düşünebilirsin ki; beden ötesi de, ölüm ötesi zannettiğin yer de inançlarını aynı şekilde götüreceğin, yani bir taraftan cennetini ve bir taraftan da cehennemde seni yakacak odunları taşıyacağın bir yer…
Bu dünyada her bir kelimenle, her ifadenle neyi nasıl yarattığının -bazılarına bu yaratmak kelimesi belki çok sert gelebilir— O’nun suretinde vardan var edebilme gücünün adıdır, yeryüzünde bizim “yaratıcılığımız”.
“Oluşmak” da desek, aynı anlamdadır.
O oluşturmanın sahibinin sen olduğunu ve “asıl sahibinin” buradaki vekaletiyle kendi hayatını seçebilme gücünü deneyimleyebilirsin.
Onun için kullandığın kelimelere bir dikkat edersin.
Hangi kelimeleri kullanıyorsan, o kelimelerle buluştuğun kaderleri görebilirsin.
Bir matematiktir bu.
Birisinin illa sana “uluhiyet, ruhiyat, maneviyat şöyledir” demesi değildir.
Bu bizzat senin hayatının, yaşamının içindedir.
Sadece dışarıdan ispat bekleyen sol beynin yoktur; içinde sevgiyle, kalbinden çağrıyla bilgileri görüp değerlendirme yeteneğin de vardır.
Tabii ki beyninin, duyularının, zekanın, aklının da hizmetini güzel bir şekilde alabilmen çok önemlidir.
Enstrümanlarını, yani duygularını, düşüncelerini, varlığını, bedenini, enerjilerini ne kadar iyi kullanmayı öğrenebiliyorsan, sana o kadar hizmet edecektirler.
Çok gelişmiş bir telefon almış olsan da, onu kullanmayı bilmiyorsan, o sana iyi hizmet edemeyebilir. Öyleyse duygularının ne olduğunu anlaman önemli.
Onların her bir tanesi dünyayla bağ kurabilmen için…
Hem sana dünyada olduğunu hissettirir, hem geçmişle bağ kurmanı sağlar ve hissiyatlarını elektrik sinyalleri olarak bir şekilde çeşitli sinir hücrelerine kaydeder. İşte duygu böyle müthiş bir yetenektir.
Ayrıca, bir taraftan da o çok hızlı elektriksel sinyallerle çeşitli konuları anlayabilmen, fark edebilmen, an içerisinde belki idrak kapıları açabilmen için var olan o elektriksel düşünce sistemlerinin her bir tanesi, senin için bir enstrümandır.
Tabii ki istersen bunları kalıplaştırıp kendini geçmişE hapsetme ve bağlayabilme halini de seçebilirsin. Ya da bu enstrümanın güzel yetenekleriyle duygu ve düşüncelerinde zenginleşerek kendini halden hale, manevi zenginliklere, maddi zenginliklere, hayatın güzel tatlarını almaya da taşıyabilirsin.
Hatırlayacaksın ki zenginlik kapıları senin elindedir. Ama hangi alanın zenginliğini seçmek istiyorsan, o senin kaderin olur.
Bazen zengin olursun zaman konusunda, bazen arkadaş, bazen para, bazen mülk, bazen maneviyat, bazen bilgi…
Bazen hastalık zengini de olabiliriz.
Onun için hayatın içerisinde hem iyiliğin, hem iyi olmayan tarafların seçimleri senin iradenle meydana gelir.
İradeni ne kadar kuvvetlendirir, faydalıyı faydasızdan ayırt edebilecek özelliklerini ne kadar geliştirebilirsen, hayatının tatlarını o kadar geliştirebilirsin.
Bu hayat kitabı sana müthiş bir hediyedir. Açıp kendini, kendinden biri ve bütün okuyabilirsin. Bir şekilde bir zerreyken, kainatın içerisinde milyarlarca ışık yılı öteden görünemeyecek kadar küçük bir dünyada yaşarken, burada var olduğun için, o seyrettiğinin aslında bir parçası ve belki de kıymetlisisin.
Eşsiz ve bir tane olarak 200 milyon tane spermden bir tanesi olarak, o annenin rahmi, yumurtası tarafından seçilmiş olansın. O seçilmişliğin şu anda da devam ediyor ki; bu seçilmişliğinin sana armağanı ve hediyesi hayattır.
Hayatının kıymeti burada olmandır.
Bu; burada kendini bilmen, kendi değerini bilmen ve belki de kendi değerini bilebildikçe sana sunulan, sana ayrılan ya da “benim için yeterli” dediğin zamanın içerisinde gerçekten var olabilmen ve bunu kıymetlendirip değerlendirebilmendir.
Eğer önceliğin sen değilsen, sonrası sen olmayacaksın.
“Önce ben” demenin bir bencillik değil ama “hep önce ben” demenin bencillik olduğunu; “kendi merkezinde” olmayla, “ben merkezde” olmanın ayırt edilmesi gerektiğini gördükçe, görebildikçe bir bakacaksın ki evet “önce ben” var.
Ama “ben”in hakkını verdikçe, “biz” var ve “biz”in hakkını verdikçe “hepimiz” var. Ama eğer konforunu, sadece maddi dünyanın sana sunacaklarını amaç edinirsen, maddenin kul ve kölesi olma ihtimalin olur. Ya da o manevi taraflara kendini açtıkça kalbinden sevgiyle önce kendini, ondan sonra yansımaları yıkadıkça, sevginin içindeki koşulları kaldırdıkça, koşulsuz sevgiye kendini açtıkça, bu sefer kalbin seni yıkar; kalbin yıkandıkça, sana içeriden “gel” der, “buraya gel” der.
İçerden içeriye açılan kapıdan, kalbinden içeriye girebildikçe, orada o bir kalbin içerisinde kainatı keşfetme şansın vardır.
Dışarıda zannettiklerinin içeride, içeride zannettiğinin ya da gördüklerinin de dışarıya yansıyan olduğunu fark ettikçe, kendini hayat aynasında kendini seyreder bulursun.
Seyrettiğinin, “dünya” dediğinin, “anne baba, aile, ülkeler, tüm olaylar” dediğinin seni kendi merkezinden nasıl yansıttığını gördükçe de, kendini bilmenin Rabbini bilmek olduğunu görürsün.
Onun için kendini bilmek; gerçekten de tam burada olmak ve burada an içerisinde aynıyı aynada görebilmektir.
Ve bu görmek bir buluşmaktır, bir buluştur.
Bu buluşun içerisinde kendini buldukça, o aracın içerisine onu gerçekten hakkını vererek kullanmaya geçersin.
Bu, kul olmaktan kullanan olmaya geçiştir; yani kullara kendini kullandırmaktan, gerçekten o “bir olan” için kullanılmaya…
Ve o bir olan için kulluk da, seni Allah'ın eli ayağı gözü olmaya götürür ki; senin gözlerinden seyrettiğini, seyredileni gördükçe,
sevdiğinle sevildiğini ve o ilahi aşkla ne kadar bütünleştiğini görürsün.
Ve bu sefer o aşkın elinden çıkan her işe, ağzından çıkan her kelimeye ve her ifadeye aktığını gördükçe coşarsın; hayatın kıymeti, değeri artar ki arttıkça sen değerlenirsin, yaptığın iş değerlenir, enerjin değerlenir zamanın değerlenir ve böylece hayata değer katarsın değerlerinle.
Her birimizin anbean seçim hakkı vardır:
Hayatımızı çok güzelleştirebilir ya da istersek güzelliği kenara koyabiliriz.
Her ifademizle, her duygu tohumumuzla hayata, kader tarlamıza güzellikler ekebilir ve o güzellikleri, mesela güzel emeklerimizle,
üretim enerjilerimizle sulayabiliriz; O’ndan, Bir’den gelen gücün ışığıyla, güneşiyle güçlendirebiliriz, irademiz ve doğru kararlarla yelkenlerimizi şişirebiliriz ve sevgiyle tüm o dileklerimizi, niyetlerimizi ve ifadelerimizi kabule geçirebilir ve kabulle belki güzel ifadelerle dillendirebiliriz.
Dillendirdikçe dönüşüme, hayatın güzel meyvelerini vermeye ve o güzel meyvelerden belki yansımalarımıza sunmaya; o yansımalara verdikçe, buyur ettikçe şükürle, teşekkürle şu anda belki birbirimize olduğumuz sevgi ve muhabbetle “iyi ki varız, iyi ki bunu sipariş etmişiz ve iyi ki buradayım, iyi ki bu hayatın içinde dolu dolu yaşamayı seçmişim, çok şükür, iyi ki bu anlayışta, bu farkındalıkla ve tam da buradayım;
seçimimi de, kendimi de, burada olmamı da kutluyorum” diyebiliriz.
Ve bu sefer Hayat Kitabı bize sevgisini, güzelliğini, bildiğini ve birliğini açar ve kainatın sırları, alemin sırları bizden bize açılır.
Öyleyse “oku” kendini ve hayatı, güzelliklerle…
Başlangıcımız hayırlı olsun.
Hoş geldin.
Sevgilerimle…
Ünal Güner