• Turkish
  • English
  • German
  • Google ÇeviriÇeviri tarafından desteklenmektedir
    Google ÇeviriÇeviri tarafından desteklenmektedir

Ne aramıştınız?

İnsanın yaradılış kodlarında hayatta kalma içgüdüsü, yaşamını sürdürmek ve üreme dürtüsü vardır. Bu alana yapılan müdahaleleri, doğal yaşam döngüsü ve realitesinin icaplarına göre aşmaya çalışır. 

Kimi zaman bir lokma ekmek için kimi zaman sevdiklerini, alanını korumak, kimi zaman da varlıklarını konforlu bir yaşama dönüştürmek için mücadele eder.

Hayata ve kendine saygısı arttıkça, mücadele şekli kabadan inceye doğru gelişir.

Hayatta kalma mücadelesi için öldürme arzusu, yaşayabilmek için başkalarının yaşam haklarına saygı ve sevgiye dönüştükçe kişi, kişisel gelişim ve tekâmül basamaklarında da ilerler.

Bugün hangi insana baksak, ailesi, çevresi, komşuları, iş arkadaşları, rakip gördükleri, en azından kendisi ile çatıştığını görürüz. Çatışmalar ve kavgalar savaş enerjisinin tohumları ve kıvılcımlarıdır.

Savaş bir orman yangını ise, dünyadaki her insan, bu yangına, kendi hayatında yaşadığı çatışmaların kıvılcım ve ateşinden bir parça koymuştur.

Bir kelebek etkisi, kelebeğin kanadının titreşmesi nasıl ki fırtınalar ve hortumlar yaratabiliyorsa, senin de bir öfke patlaması ya da hayatındaki bir insanı düşman görerek onunla kavga içinde olman, dünyanın herhangi bir yerinde bir savaşı başlatabilir. 

Öyleyse kendimize şu soruyu soralım; Ukrayna-Rusya savaşında ilk tetiği kim çekti?

Bu savaşın sorumlusu kim?

Birçoğunuzun cevabı, çeşitli liderlerin ego savaşları, hırsları ve küresel çıkar çatışmaları vs. olacaktır. 

Bunların her birinin doğruluk payı olsa da durumu, sen kendi merkezinden, şahit olduğun olayları seyreden olarak değerlendirdiğinde nasıl yorumlarsın?

“Bu konunun benimle ne alakası var? Bu yangına ben hiçbir kıvılcım atmadım.” diyerek sorumluluktan kaçabilir misin?

Peki, dünyada olan her bir olaya, her birimizin sekiz milyarda bir de olsa bir katkımız bulunmuyor mu?

İnsanlık ailesinin, davranışsal gelişiminde bizim de bir payımız yok mu?

Savaştaki rolümüzü ve payımızı anlayıp kabul edebildiğimizde, şu soru aklımıza gelecektir: “Öyleyse barış için ne yapabilirim?”

Bu cevabım kiminize tuhaf gelse de işe, kendini sevmek ve kendi değerini bilmekle başlayacaksın.

Çünkü insan kendini sevmeyi öğrenmeden, başkalarını ve hayatı sevmeye geçemiyor.

Kendini sevdikçe hata, kusur ve eksiklik olarak gördükleri dahil, tebessümle kucaklanarak iyileşmeye davet ediliyor.

Ayağın taşa takılıp düştün diye, taşa ve kendine kızmayı bırakıp “olanın hikmeti ne, bana mesajı ne?” diye bakıyorsun. Derslerinden cevap aldıkça hayata daha coşkuyla akıp, daha dikkatli, iffetli ve iman dolu bir hale geliyorsun. 

Selamlaştıklarında ve uzağa koymaya çalıştıklarında kendinden bir parça görebildikçe onlara, olana ve kendine saygın bir kat daha artıyor.

Öyleyse, içimize sulhu davet edelim. 

İçeride yaşadığımız barış, güven ve sükûneti hayatımıza ve hayatımızdakilere huzur olarak yansıtıp, güzelliklerle buluşalım.

Tamamlanmalarımız, sevgi dolu bir dünya ve barış üstüne olsun…

 

Sevgilerimle…